Yıl 2010 Henüz 16 yaşındaydım. Yaz tatilinin ortalarındaydık ve her yıl olduğu gibi ailemle birlikte dedemin köyüne gitmiştik. Burası, şehirden çok uzak, ormanlarla çevrili, izole bir köydü. Hava temizdi, ama hava kararınca etrafı bir sis kaplar, sanki köy, başka bir dünyaya açılan bir kapı olurdu.
Dedemin evi, köyün en uç noktasında, ormanın kenarında dururdu. Eski taşlardan yapılmış, pencerelerinin önünde sık sık rüzgarla hışırdayan yaşlı çam ağaçları olan bir evdi. Hava karardığında içerideki odaların gölgeleri uzanır, evin derinliklerine doğru kaybolurdu. O yaz geceleri, köyde eskiye dair birçok hikaye duyduk; doğaüstü olaylar, garip sesler, kaybolan hayvanlar… Ama herkesin en çok anlattığı hikaye, köyün terk edilmiş mezarlığına dair olanlardı.
Bir gece, kuzenim Rıfat’la beraber dışarı çıkmaya karar verdik. Hava biraz serinlemişti, ama köy o kadar sessizdi ki, sanki bir fırtınanın habercisi gibiydi. Rıfat, her zamanki cesur tavrıyla bana baktı ve gülümseyerek, "Köyün mezarlığına gidelim mi?" dedi. İkimiz de daha önce orayı hiç ziyaret etmemiştik. Herkes mezarlıkla ilgili korkunç hikayeler anlatırdı ama o gece, içimde bir cesaret vardı. Belki de gençliğin verdiği delilik, belki de bir macera arayışıydı. Rıfat’a başımı sallayarak onay verdim.
Köyün dar yollarından geçerken, rüzgar daha da soğudu. Ormanın içinden gelen çıtırtılar, rüzgarın ağaç dallarını oynatmasından mı, yoksa başka bir şeyden mi kaynaklanıyordu, emin değildik. Sonunda mezarlığın taşlı yoluna vardık. Burada yüzyıllar önce yaşamış insanların mezar taşları, yosunlarla kaplanmış, zamanla deforme olmuştu. Bazı mezar taşlarının üzerindeki yazılar silinmiş, okunmaz hale gelmişti.
Rıfat fenerini çıkarıp mezar taşlarına tuttu. O an içime bir ürperti düştü. Gözlerim karanlığa alışırken, çevrede bir hareket fark ettim. Başta rüzgarın etkisi olduğunu düşündüm, ama bu çok farklıydı. Uzaktaki ağaçların arasında sanki bir silüet vardı. Bir an bana bakıyormuş gibi hissettim. Tam o sırada, Rıfat konuşmaya başladı:
"Erkan, bir şey duydun mu?"
Kulak kesildim. Sanki yerin altından gelen boğuk bir fısıltı duyuluyordu. Ses o kadar alçaktı ki, önce rüzgarın uğultusu sandım. Ama biraz daha dikkat edince, bunun bir insan sesi olduğunu fark ettim. Fısıltılar, sanki birinin bizimle konuşmaya çalıştığı izlenimini veriyordu.
"Kim var orada?" diye bağırdı Rıfat, sesi titremesine rağmen cesur görünmeye çalışıyordu. Ben ise sadece nefes alıyordum, içimde tarif edilemez bir korku büyüyordu.
Birden mezar taşlarının arasından bir ışık parladı. Gözlerimizi kıstık ve o anda gözlerimizin önünde bir figür belirdi. Beyaz bir elbise giymiş, başında eski bir örtü olan yaşlı bir kadın gibi görünüyordu. Kadın, hareket etmeden bize doğru bakıyordu. Gözleri sanki öteki dünyaya aitmiş gibi donuktu.
"Rıfat, burada durmamamız gerekiyor. Gidelim!" dedim aceleyle. Ama Rıfat, kadına doğru bir adım attı.
"Bu kim?" dedi. Fakat o an, kadının yüzü aniden değişti. Yüzü grotesk bir şekilde büküldü, çürüyen bir ceset gibi görünmeye başladı. Gözleri siyaha döndü ve boğuk, anlaşılmaz bir çığlık attı. Ses, kulaklarımızı sağır edecek kadar yüksek ve korkunçtu.
Koşmaya başladık. Arkama bile bakmadan mezarlıktan çıktım. Kalbim hızla çarpıyordu. Ormanın içinde fırtına başlamış gibi rüzgar hızlanmıştı. Eve vardığımızda, ter içinde kalmıştık ve nefes nefeseydik. Ama olay bitmemişti.
O gece, dedemin evinde yatarken, rüzgarın sesi birden kesildi. Hava neredeyse ölüm sessizliğine büründü. Ancak sabaha karşı, odanın içinden bir hışırtı sesi duydum. Yatağımın hemen yanında biri nefes alıyormuş gibiydi. Gözlerimi açtığımda, o kadını gördüm. Bu sefer, tam yanımdaydı. Gözleri boşlukla dolu, çürümüş yüzüyle bana bakıyordu. Vücudum hareketsiz kaldı, ne yapacağımı bilemedim.
Kadın, soğuk bir nefesle bana fısıldadı: "Burası bana ait. Bir daha buraya gelme."
O an çığlık atarak uyandım. Odaya ışık vuruyordu, Rıfat hemen yanımdaydı. Gecenin bir yarısında çıkardığım sesi duymuş ve koşup gelmişti. Ona gördüğüm kabusu anlatmak istemedim, çünkü bunun bir kabus olmadığını biliyordum. Her şey gerçekti. O kadını gerçekten görmüştüm ve bu olay bizim düşündüğümüzden çok daha karanlıktı.
O olaydan sonra bir daha mezarlığa gitmedik. Ama her gece, kadının fısıltıları kulaklarımda yankılandı. Ve köyde, bir daha asla kendimi güvende hissetmedim.
Dedemin evi, köyün en uç noktasında, ormanın kenarında dururdu. Eski taşlardan yapılmış, pencerelerinin önünde sık sık rüzgarla hışırdayan yaşlı çam ağaçları olan bir evdi. Hava karardığında içerideki odaların gölgeleri uzanır, evin derinliklerine doğru kaybolurdu. O yaz geceleri, köyde eskiye dair birçok hikaye duyduk; doğaüstü olaylar, garip sesler, kaybolan hayvanlar… Ama herkesin en çok anlattığı hikaye, köyün terk edilmiş mezarlığına dair olanlardı.
Bir gece, kuzenim Rıfat’la beraber dışarı çıkmaya karar verdik. Hava biraz serinlemişti, ama köy o kadar sessizdi ki, sanki bir fırtınanın habercisi gibiydi. Rıfat, her zamanki cesur tavrıyla bana baktı ve gülümseyerek, "Köyün mezarlığına gidelim mi?" dedi. İkimiz de daha önce orayı hiç ziyaret etmemiştik. Herkes mezarlıkla ilgili korkunç hikayeler anlatırdı ama o gece, içimde bir cesaret vardı. Belki de gençliğin verdiği delilik, belki de bir macera arayışıydı. Rıfat’a başımı sallayarak onay verdim.
Köyün dar yollarından geçerken, rüzgar daha da soğudu. Ormanın içinden gelen çıtırtılar, rüzgarın ağaç dallarını oynatmasından mı, yoksa başka bir şeyden mi kaynaklanıyordu, emin değildik. Sonunda mezarlığın taşlı yoluna vardık. Burada yüzyıllar önce yaşamış insanların mezar taşları, yosunlarla kaplanmış, zamanla deforme olmuştu. Bazı mezar taşlarının üzerindeki yazılar silinmiş, okunmaz hale gelmişti.
Rıfat fenerini çıkarıp mezar taşlarına tuttu. O an içime bir ürperti düştü. Gözlerim karanlığa alışırken, çevrede bir hareket fark ettim. Başta rüzgarın etkisi olduğunu düşündüm, ama bu çok farklıydı. Uzaktaki ağaçların arasında sanki bir silüet vardı. Bir an bana bakıyormuş gibi hissettim. Tam o sırada, Rıfat konuşmaya başladı:
"Erkan, bir şey duydun mu?"
Kulak kesildim. Sanki yerin altından gelen boğuk bir fısıltı duyuluyordu. Ses o kadar alçaktı ki, önce rüzgarın uğultusu sandım. Ama biraz daha dikkat edince, bunun bir insan sesi olduğunu fark ettim. Fısıltılar, sanki birinin bizimle konuşmaya çalıştığı izlenimini veriyordu.
"Kim var orada?" diye bağırdı Rıfat, sesi titremesine rağmen cesur görünmeye çalışıyordu. Ben ise sadece nefes alıyordum, içimde tarif edilemez bir korku büyüyordu.
Birden mezar taşlarının arasından bir ışık parladı. Gözlerimizi kıstık ve o anda gözlerimizin önünde bir figür belirdi. Beyaz bir elbise giymiş, başında eski bir örtü olan yaşlı bir kadın gibi görünüyordu. Kadın, hareket etmeden bize doğru bakıyordu. Gözleri sanki öteki dünyaya aitmiş gibi donuktu.
"Rıfat, burada durmamamız gerekiyor. Gidelim!" dedim aceleyle. Ama Rıfat, kadına doğru bir adım attı.
"Bu kim?" dedi. Fakat o an, kadının yüzü aniden değişti. Yüzü grotesk bir şekilde büküldü, çürüyen bir ceset gibi görünmeye başladı. Gözleri siyaha döndü ve boğuk, anlaşılmaz bir çığlık attı. Ses, kulaklarımızı sağır edecek kadar yüksek ve korkunçtu.
Koşmaya başladık. Arkama bile bakmadan mezarlıktan çıktım. Kalbim hızla çarpıyordu. Ormanın içinde fırtına başlamış gibi rüzgar hızlanmıştı. Eve vardığımızda, ter içinde kalmıştık ve nefes nefeseydik. Ama olay bitmemişti.
O gece, dedemin evinde yatarken, rüzgarın sesi birden kesildi. Hava neredeyse ölüm sessizliğine büründü. Ancak sabaha karşı, odanın içinden bir hışırtı sesi duydum. Yatağımın hemen yanında biri nefes alıyormuş gibiydi. Gözlerimi açtığımda, o kadını gördüm. Bu sefer, tam yanımdaydı. Gözleri boşlukla dolu, çürümüş yüzüyle bana bakıyordu. Vücudum hareketsiz kaldı, ne yapacağımı bilemedim.
Kadın, soğuk bir nefesle bana fısıldadı: "Burası bana ait. Bir daha buraya gelme."
O an çığlık atarak uyandım. Odaya ışık vuruyordu, Rıfat hemen yanımdaydı. Gecenin bir yarısında çıkardığım sesi duymuş ve koşup gelmişti. Ona gördüğüm kabusu anlatmak istemedim, çünkü bunun bir kabus olmadığını biliyordum. Her şey gerçekti. O kadını gerçekten görmüştüm ve bu olay bizim düşündüğümüzden çok daha karanlıktı.
O olaydan sonra bir daha mezarlığa gitmedik. Ama her gece, kadının fısıltıları kulaklarımda yankılandı. Ve köyde, bir daha asla kendimi güvende hissetmedim.